

Suriye’den Filistin’e, Kıbrıs’tan Trump-Netanyahu Görüşmesine: Türkiye’nin Bölgesel Dengelerdeki Yeri ve Geleceği
2025 Nisan’ına geldiğimizde, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de kartlar yeniden karılmış, dengeler altüst olmuş durumda. Suriye’de Beşar Esad’ın Aralık 2024’te devrilmesiyle 60 yıllık Baas rejimi tarihe karıştı ve yerine Türkiye’nin desteklediği Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ahmed Şara’nın öncülüğünde yeni bir yönetim geldi. Bu, Türkiye’nin Suriye’de oyun kurucu rolünü perçinlerken, ABD’nin 900 askerlik varlığı ve YPG/SDG ile iş birliği, Trump’ın ikinci döneminde çekilme olasılığıyla gölgeleniyor. Rusya ve İran ise Esad’ın düşüşüyle Suriye’deki etkilerini büyük ölçüde yitirdi; Rusya’nın Tartus üssü ve İran’ın Şii milisleri üzerinden kurduğu “Şii hilali” planı çöktü. İsrail ise Golan Tepeleri yakınlarında tampon oluşturmak için hava saldırılarını sürdürürken, Türkiye’nin artan etkisinden ve HTŞ’nin İslamcı kimliğinden rahatsız. Tam bu sırada, 7 Nisan 2025’te Beyaz Saray’da gerçekleşen Trump-Netanyahu görüşmesinde Erdoğan’ın adı geçti; Trump, “Suriye’yi aldınız, 2000 yıldır kimsenin yapamadığını yaptınız” diyerek Erdoğan’ı överken, Netanyahu, Türkiye’nin Suriye’yi “İsrail’e karşı üs” yapmasından endişe duyduğunu belirtti ve Trump’tan arabuluculuk istedi. Bu övgü ve endişe, Suriye’de ABD’nin asker çekme planını Türkiye ile uyumlu hale getirme çabasını mı, yoksa İsrail’in güvenlik kaygılarını dengelemek için Erdoğan’dan destek beklentisini mi yansıtıyor? Soru bu, ama cevap karmaşık.
Öte yanda, Filistin-Gazze meselesi kanayan bir yara olarak duruyor. İsrail’in 15 aydır süren saldırıları Gazzelileri yerinden etti, altyapıyı yok etti ve Trump’ın “Gazze’yi devralma” planı, Gazzelileri Mısır ile Ürdün’e yerleştirip sahil otelleriyle “ekonomik kalkınma” vadetmesi uluslararası tepkilere yol açtı. Türkiye, “Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması tartışmaya bile açık değil” diyerek iki devletli çözümü savunuyor, insani yardım gönderiyor ve İsrail’i kınıyor. İsrail ise Gazze’yi Filistinlilerden arındırıp Doğu Akdeniz gaz rezervlerine hakim olmayı hedeflerken, Trump’ın desteğiyle bu planı meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak Erdoğan’ın sert tepkisi, Trump’ı “arabuluculuk” önerisiyle orta yol aramaya itiyor gibi. Suriye’de ise bir “Kürdistan” kurma girişimi, ABD’nin YPG’ye desteğiyle yıllardır gündemde; Esad’ın devrilmesi bu planı zayıflatsa da, Kürtler kuzeydoğuda özerklik peşinde. Türkiye, YPG/PKK’yı ulusal güvenliğine tehdit görüyor ve HTŞ lideri Şara’nın “YPG’yi tasfiye etme” sözüyle elini güçlendiriyor. ABD, YPG’yi IŞİD’e karşı “kara gücü” olarak kullanırken, İsrail Kürt varlığını İran’a tampon görüyor. Trump ve Netanyahu’nun Erdoğan’dan beklentisi, YPG’ye karşı harekete geçmesi ama İsrail’in kaygılarına da saygı göstermesi; bu, bir dayatma mı, yoksa Türkiye’yi kendi çıkarlarıyla uyumlu bir pozisyona çekme çabası mı?
Kıbrıs’ta ise Rum Kesimi’nin silahlanması ve ABD’nin Güney Kıbrıs’a askeri desteği, Türkiye’yi rahatsız ediyor. NATO üyesi Türkiye, “Kürtler kadar hatırımız yok mu?” diye sorarken, Güney Kıbrıs’ın Yunanistan ve İsrail’le gaz rezervleri için iş birliği, KKTC’nin haklarını savunan Türkiye’yi sıkıştırıyor. ABD, stratejik ortak Türkiye’yi görse de, YPG ve Güney Kıbrıs politikalarıyla çifte standart sergiliyor. Trump’ın Türkiye’den beklentileri ise netleşiyor: Suriye’de YPG’nin tasfiyesi, İsrail’le denge, İran’a karşı sert duruş ve ekonomik iş birliği. Asker çekilirse, YPG’yi Türkiye’ye bırakmak istiyor; Erdoğan-Trump yakınlığı, yaptırımların kalkması ve F-16/F-35 gibi kazanımları getirebilir. Suriye’de Türkiye dost bir yönetim kurdu, YPG zayıflıyor, Rusya ve İran geriledi; ama İsrail’le gerilim, Kürt tepkisi, Kıbrıs’ta yalnızlık ve İran’la ilişkiler risk taşıyor. Trump, Suriye’den çekilip boşluğu Türkiye’ye bırakabilir, Kıbrıs’ta Güney’i desteklerken KKTC’yle dolaylı görüşmelere kapı aralayabilir, Filistin’de ise “Gazze’yi devralma” planı ya hayata geçer ya da ateşkesi kalıcılaştırır. Türkiye, Suriye’de oyun kurucu, Filistin’de vicdanın sesi, Kıbrıs’ta hak savunucusu; Trump ve Netanyahu’nun desteği beklemesi, Türkiye’nin gücünü gösteriyor ama hassasiyetlerinden taviz baskısı da yaratıyor. Dengeli bir diplomasiyle Türkiye, kazanımlarını koruyup kayıplarını en aza indirebilir. Ortadoğu’nun bu karmaşık satranç tahtasında Türkiye, hem oyuncu hem hakem; geleceği ise liderlerinin hamlelerine bağlı.